“İbn Haldun’un da dediği gibi, geçmiş geleceğe suyun suya benzediğinden daha fazla benziyor, insanoğlu temelde hep aynı kalıyor.”

 

Örnek bir iş insanı ve sıkı bir kitapsever olan Selcen Gür, 24 Ağustos 1976’da İstanbul’da doğar. İstanbul Lisesinin ardından İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesinden mezun olur. 1995-1996 yılları arasında çeviri faaliyetleriyle ilgilenen Gür, devam eden iki yıl boyunca Cosmopolitan dergisine yazar. Sosyoloji alanındaki master eğitimini University of Essex’te tamamlar. Akabinde Turizm Bakanlığında Basın Danışmanı olarak görev alır. 2003’te, hâlen sürdürdüğü, Doğan Sigorta Brokerliği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı ve CEO vazifelerini üstlenir. 2006-2012 yılları arasında Posta Gazetesi’nin Pazar Postası ekinde köşe yazıları kaleme alır. Okumaya ve yazmaya duyduğu derin ilgiyle Tara Kitap adlı yayınevini kurar. 2021’de Burla Hatun müstearıyla yayınladığı Sır ve Gölge adlı romanının ardından, geçtiğimiz ocak ayında yayınlanan Plaza Sufisi adlı kitabıyla yazın hayatını sürdürür. Kendisiyle hayata, edebiyata ve Plaza Sufisi’ne dair bir söyleşi gerçekleştireceğiz.

 

SELCEN GÜR: PLAZALARIN GÖLGESİNDE SEYR-İ SÜLÛK VEYA MODERN İNSANIN MUTLULUK ARAYIŞINDA BİR ÇİFT STİLETTO

 

Plaza Sufisi’nin yazılma fikri, kitabın ilk bölümünde anlattığınız uçak yolculuğuna mı dayanıyor yoksa daha öncesine inen zihinsel bir süreç mi sizi yazmaya sevk etti?

 

- Bu çok güzel ve anlamlı bir soru gerçekten. Hayatta her şeyin birbirine görünmez iplerle bağlı olduğuna inanan biri olarak, yaşadığımız süreçleri ve karşılaşmaları birbirinden keskin çizgilerle ayıramayacağımızı düşünüyorum. Ben öyle bir zihinsel süreç içinde olmasaydım o uçak yolculuğunda duyduğum cümleleri bu şekilde yorumlayamayabilirdim. Eğer o cümleleri duymamış olsaydım da böyle bir okuma ve araştırma yolculuğuna çıkmayabilirdim. Velhasıl, her şey birbirinin parçası ve birbirine hizmet ediyor kanımca. Süreçler karşılaşmaları, karşılaşmalar süreçleri getiriyor hayatımıza.

 

Kitabınızda modern insanın mutluluk arayışına ve bu arayıştaki pürüzlere değinerek pozitif psikoloji ile tasavvuf kültürünün harmanlandığı reçeteler sunuyorsunuz. Yazım aşamasında, her iki alanın öğretileri arasında en çok ilginizi çeken, modern insanın hayatına kolaylıkla uygulayabileceği veya uygulamakta zorlanacağı yöntemler hangileriydi?

 

- Modern hayat hepimizi hız, haz ve tüketim bombardımanıyla sınıyor. Bu açıdan bakıldığında, sufilerin sabır, tevekkül, şükür ile nefsi bilme üzerine inşa ettikleri öğretiler günümüz insanı için uygulanması zor yöntemler olarak görünüyor. Ancak kişi anlamlı ve tatmin edici bir yaşamın bu erdemleri geliştirmekten geçtiğini bilirse, bu öğretilerden ilham alabilir ve yaşamına o doğrultuda yön verebilir diye düşünüyorum. Yani mutluluğun hız, haz ve tüketimden değil, anlamlı ve erdemli bir yaşam inşa etmekten geçtiğini tecrübe edebilirsek bu yönlerimizi geliştiririz. Pozitif psikoloji de bunu vaadediyor aslında. Tasavvuf temelde ‘kendini bilme ilmi’ olduğuna göre kendimizi, nefsimizi bilir ve değerlerimize uygun bir hayatı erdemli bir şekilde yaşayabilirsek yaşam yolculuğunda daha emin adımlarla ilerleyebiliriz. Yüzyıllar öncesinde yeşermiş olan tasavvuf öğretisinin çağımızın pozitif psikoloji ekolünün temel kavramlarıyla benzerlikler içermesi beni bu kitabı yazmak için motive eden unsurlardan biriydi. Her iki öğretinin buluştuğu yerler, tasavvufun bugünün insanının hayatına da dokunabileceğini gösteriyor kanımca. Ne de olsa İbn Haldun’un da dediği gibi geçmiş geleceğe, suyun suya benzediğinden daha fazla benziyor, insanoğlu temelde hep aynı kalıyor.

 

İsmini duyurmuş ve kendini kanıtlamış başarılı bir iş kadınını okurluğa, yazarlığa ve bunların da ötesinde yayınevi kurmaya yönlendirecek kadar kitapların, edebiyatın dünyasına bağlayan itici güç nedir?

 

- Bu yaşımdan geriye doğru baktığımda kitapların ilk arkadaşlarım olduğunu söyleyebilirim. Yaş ortalamasının epeyce yüksek olduğu, sakinleri arasında benden başka çocuğun bulunmadığı, cadde üstü bir apartmanda büyüdüm. Hem bu anlamda hem de ruhen yalnız bir çocuktum. Sessiz ve içe kapanıktım. Kendi kendine saatlerce vakit geçirebilen, dış dünyadaki olumsuzluklardan kitaplara sığınan bir yapım vardı. O yıllardan beri kitapları ve edebiyatı sığınağım olarak gördüm. Okumak ve bolca gözlem yapmak insana bir noktada yazma isteği de aşılıyor sanıyorum. İlkokul yıllığındaki şiirler, lisede yazdığım metinler, yirmili yaşlarımda Almanca’dan yaptığım çeviriler, dergicilik yılları derken yazıyla ilişkim hiç kopmadı. Ardından gazetede köşe yazarlığı geldi. Ne işle uğraşırsam uğraşayım yazı ve kitaplar hep hayatımda oldu. Temel itici güç neydi diye kendime sorduğumda bulduğum yanıt, hayatı anlama ve anlamlandırma isteğim diyebilirim.

 

Bir röportajınızda insanın başarılı olabileceği alanı keşfetmesi için akışta kaldığı, zorunda ve mecbur hissetmeden, severek yaptığı işleri tespit etmesi gerektiğini söylüyorsunuz. İş dünyasını ve edebiyatı çemberin dışında tutarsak Selcen Gür’ün akışta kaldığı, kendini kaptırdığı alan neresidir?

 

- Bizler çocukken ve ilk gençlik yıllarımızda kendimize dair ipuçları veriyoruz aslında. Zamanla bunlar unutturuluyor bize. İlgi duyduğumuz veya yeteneğimiz olan alanlarda çalışma ve para kazanma fırsatını bulamıyoruz çoğumuz. Pek azımız akışta kaldığı, üstüne para vermeseler de yapacağı bir işten hayatını kazanabiliyor. Ben yine de insanın pes etmemesi, kendini tanıma yolculuğundan vazgeçmemesi gerektiğini düşünüyorum. Başkalarına zul gelen ama bizim gocunmadan yaptığımız şeylerde gizli esas gücümüz. Bu her ne ise kişi bunu keşfeder ve bir şekilde hayatında tutmaya çalışırsa orada tatmin duygusu yakalayabilir. Esas yeteneğiniz olan alanda çalışamazsanız da onu hayatınızda hobi ya da kaçış noktası olarak tutabilirsiniz. Sorunuzda edebiyatı çember dışında bırakmamı istemişsiniz ama benim akışta olduğum anlar öncelikle okuma ve yazma. Bunun dışında şarkı sözü ve beste yaparken akışta hissediyorum kendimi. Bir de son zamanlarda enstrüman çalmaya merak sardım, ki bu öğrenme sürecinin de beni akışta tuttuğunu söyleyebilirim.

 

Günümüzde modern insanın günlük koşuşturmalar içerisinde okumaya zaman ayıramadığı, kitaplarla geçirdiği kısıtlı vakitlerde ise daha çok öykü ve şiir gibi hızlı tüketilebilen türleri tercih ettiği bilinen bir gerçek. Bir iş kadını olarak sizin ilginizi en çok celbeden, okumaktan haz aldığınız, kütüphanenizde geniş alanları dolduran tür hangisidir?

 

- Günlük koşuşturmacalar içerisinde pek çok şeye vakit ayıramadığımız doğru. Ancak bir şeyi gönülden istediğimizde başka şeylerden vazgeçip ona vakit ayırabildiğimiz de bir gerçek. Okumayı bir boş vakitler uğraşısı olarak görmek yerine onu önceliklendirmenin kıymetli olduğuna inanıyorum. Benim okuma tercihlerime gelecek olursak, kütüphanemde son üç yıldır sayıca artan türlerin Anadolu Tasavvufu, Sufi Psikolojisi ve Pozitif Psikoloji olduğunu söyleyebilirim. Plaza Sufisi’ni yazma sürecimde en çok istifade ettiğim kitaplar bu alanlardandı. Bunun dışında okumaktan en çok zevk aldığım tür roman. Klasiklerden Peyami Safa, Sabahattin Ali ve Orhan Kemal’i, modern Türk romancılarından ise Ayfer Tunç ve Hakan Günday’ı keyifle okurum. Kurgu dışı kategoride ise özellikle sosyoloji ve felsefe alanından kitaplara gider hep elim.

 

Kişisel gelişim alanını ve diğer alanları saf dışı bırakan, tamamıyla kurgusal bir eser kaleme alma fikriniz veya isteğiniz var mı? Selcen Gür’ün kaleminden bir şiir veya öykü kitabı da okuyabilir miyiz sizce?

 

- Aslında birkaç yıl önce ‘Sır ve Gölge’ adında bir romanım yayımlandı. Ancak müstear isimle yazdığım için çok bilinmiyor. Kendimi bildim bileli bir roman yazma hayalim vardı, bu da pandemi dönemine nasip oldu. Elbette roman yazmanın matematiği ile bir deneme kitabınınki çok farklı. Roman, yazanın kendisini de şaşırtan, yazan için de beklenmedik karşılaşmalar yaşatan bir süreç. Şiir ve öyküden ziyade, romana daha yakın durduğumu söyleyebilirim.

 

Şu an tezgahınızda yeni bir çalışma var mı?

 

- Bu ara yeniden okuma ve demlenme dönemine girdim. Ahîlik konusu ilgimi çekiyor. Öte yandan psikoloji ve sosyoloji alanında merak duyduğum konulara ilişkin makalelerden bazı notlar çıkarıyorum. Bu süreç beni nasıl bir metin yazmaya doğru götürecek, yine bir deneme kitabı mı yoksa roman mı çıkacak henüz kestiremiyorum ama üretmeye ve yazmaya devam etmek istiyorum.

 

Hoş sohbetiniz için cân-ı gönülden teşekkürler…

 

Söyleşi: Tuğçe Gök

 

BERDÜCESİ - Sayı: 10